Sesli hikaye dinle, sesli çocuk masalları
Sesli Hikayeler dinle, Sesli çocuk masalları sitesinde en güzel masalları sesli dinleyip, görüntülü masal izleyebilirsiniz.
18 Eylül 2016 Pazar
Rapunzel Masalı
Rapunzel Masalı
Bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Bir süre sonra kadın bir bebek beklediğini fark etmiş. Birgün pencereden komşu evin bahçesindeki güzel güzel çiçekleri, sebzeleri seyrederken kadının gözleri ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka birşey düşünemez olmuş..
- "Ya bu marullardan yerim yada ölürüm " demiş, kendi kendine yemeden içmeden kesilmiş. Zayıfladıkça, zayıflamış. Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş endişelenmiş ki yandaki bahçenin duvarına tırmanmış. Bahçeye girmiş ve bir avuç marul toplamış. Ancak o bahçeye girmek büyük bir cesaret istiyormuş. Çünkü bahçe güçlü bir cadıya aitmiş. Kadın kocasının getirdiği maruları afiyetle yemiş. Ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşam çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat cadı pusuya yatmış onu bekliyormuş. Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen diye bağırmış. Bunun hesabını senden soracağım. Kadının kocası yalvarmaya başlamış. Karısının marullarının çok canı çektiğini söylemiş. Cadı o zaman;
- " Alabilirsin ama bir şartım var bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz. " Kadının kocası korkudan bu şartı kabul etmiş. Birkaç hafta sonra bebek doğmuş. Hemen o gün cadı gelip bebeği almış. Bebeğe RAPUNZEL adını vermiş. Çünkü bebeğin annesinin yediği marul türünün ismi RAPUNZEL 'miş. Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel 18 yaşına gelince çok güzel bir kız olmuş. Cadı Rapunzel ' i bir ormanın içinde yüksek bir kuleye yerleştirmiş. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş. Sadece en tepesinde küçük bir pencere varmış. Cadı onu ziyarete geldiğinde aşağıdan uzat altın sarısı saçlarını diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını penceden uzatır cadıda saçlarına tutunup tırmanırmış.
Birgün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. daha çok uzaktayken birinin söylediği şarkıyı duymuş. Sesi izleyerek kuleye varmış. Bakınmış kuleye çıkılacak bir merdiven görememiş. Prens cadının kuleye nasıl çıktığını öğrenene kadar hergün gelmiş ertesi gün " Rapuzel uzat altın sarısı saçlarını " diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanırmış. Rapunzel biraz korkuyomuş. Prens ona şarkı söylerken sesine aşık olduğun anlatınca Rapunzel in korkusu yatışmış. Prens Rapunzele evlenme teklif etmiş. Fakat Rapunzel in o kuleden kaçması mümkün değilmiş. Rapunzel in aklına bir fikir gelmiş. Prens gelirken her geldiğinde bir ipek çilesi getirirse rapunzel bunları ekleyerek bir merdiven yapabilirmiş. Herşey yolunda gitmiş fakat Rapunzel birgün " Anne prens senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma "diyince herşey ortaya çıkmış. Cadı " Sen beni nasıl aldattın ben seni her türlü kötülükten korumaya çalışıyorum " demiş ve Rapunzel in saçlarını kesmiş ve onu çok uzak bir ormandaki çöle göndermiş.
Cadı kulede kalıp prensi beklemiş. Prens gelmiş seslenince cadı Rapunzel den kestiği saçları aşağı uzatmış. Prens yukarı tırmanınca cadıyla karşılaştığında kendisi aşağı bırakmış. Ölmemiş fakat yerdeki dikenler gözlerine batmış gözleri görmemeye başlamış. Yıllarca ormanda gözleri girmeden Rapunzeli arayarak dolaşıp durmuş. Birgün Rapunzel in yaşadığı köye varmış. Uzaklardan güzel bir ses gelmiş kulaklarına Rapunzel diye seslenmiş. Rapunzel prensi görünce iki damla mutluluk gözyaşı prensin gözlerine akıp bir mucize olmuş ve prensin gözleri açılmış ve gözleri görmeye başlamış. Birlikte mutlu bir şekilde prensin ülkesinde yaşamaya gitmişler . Mutlulukları ömür boyu sürmüş.
27 Ekim 2015 Salı
Vadideki Nine
Su akar gider denize kavuşur. Ay güneşi kovalar gece olur. Masal ülkesinde bir telaştır başlar: Padişah kızının bu geceki masalı hazır mıdır? Aynacık nerede? Hadi acele edin. Uyku krallığı bizden önce davranırsa gücümüzü yitiririz.
Ve sevgili aynacık son anda nefes nefese bir masal ile gelir: Kusurumuza bakmayın prensesim. Ceylanları bir araya getirmek zaman aldı… Adı belki de hiç duyulmamış ülkenin birinde, bir delikanlı annesiyle beraber yaşarmış. Küçük bir dağ köyünde, minicik evlerinde güzel günler ve güzel geceler geçirirlermiş. Sofralarından bereket, yüzlerinden tebessüm hiç eksik olmazmış. Babalarını çok çok eskiden, delikanlı henüz bir bebekken kaybetmişler. İşte o zaman anne-oğul yalnız kalmışlar. Üzülmüşler, ağlamışlar; fakat yapabilecekleri bir şey yokmuş.
Küçük bir bahçeleri varmış minik evlerinin önünde. Onu ekip-dikerle, onun sayesinde karınlarını doyururlarmış. Ne az diye yakınırlarmış, ne de daha çok olsun diye aranırlarmış. Aradan yıllar geçmiş. Çocuk, fidan gibi boy atmış, delikanlı olmuş. Fakat yıllar annesinin gücünü azaltıyormuş gitgide. Artık eskisi gibi bahçeye gidip çalışamıyormuş. Saçlarına aklar düşmüş. Dizlerinde derman kalmamış. Delikanlı da zaten onun yorulmasını hiç istemiyormuş.
Bahçenin ekimini tek başına yapmaya başlamış. Dağa da çıkıyormuş arada bir, odun kesmek için. Bu odunları eve getirir, soğuk günlerden onlarla ısınırlarmış. Artan odunları da şehirde satarlar üç-beş kuruş kazanırlarmış. Delikanlının annesi artık iyice yaşlanmış. Güzel mi güzel, şirin mi şirin bir nine olmuş. Tatlı dilli, hoşsohbet bir ninecik… Komşuları onu pek severlermiş. Üzülmesine hiç dayanamazlarmış. Delikanlı da istemezmiş tabiî annesinin üzülmesini. Ninecik yemek pişiremiyor, evi temizleyemiyormuş artık. Devamlı yalvarıyormuş:
– Bir tek oğlum var. Onun mutlu olmasını isterim. Ne olur, onun gibi iyi bir gelin ver bana. Bu evin neşesi eksilmesin. Güzel ninecik böyle düşünmeye devam ederken birgün oğlunu yanı başına çağırmış. Düşüncesini söylemiş ona: Ey oğul, ben hiçbir iş yapamaz oldum. İhtiyaçlarımızı karşılayamayacak kadar yaşlandım. İsterim ki bir gelin gelsin, evimize çeki-düzen versin. Sen ne dersin oğul? Delikanlı annesinin söylediklerini bir gün düşünmüş, iki gün düşünmüş… Sonun da onun da bakıma ihtiyacı olduğuna karar vermiş. Sonra da;
– Anneciğim sen nasıl istersen öyle olsun, demiş. Böylece iyi kalpli, tatlı dilli, güler yüzlü bir gelin adayı aramaya başlamışlar. Ninecik hanım hanımcık olsun istiyormuş. Çok geçmeden evin içinde üçüncü bir kişi gezinir olmuş bile. Delikanlıyı evlendirmişler. Gelin hanım da artık o evin bir parçası olmuş çıkmış. Önce öyle güzel geçiyormuş ki günleri. Gülüyor, eğleniyorlarmış hep beraber. Sabah, oğul ile gelin bahçeye çeki-düzen veriyorlarmış. Sonra delikanlı odun kesmeye dağa gidiyormuş. Annesi ile eşi kendisini beklediklerinden işini bitirir bitirmez evin yolunu tutuyormuş. Ne zaman güneş kızarmaya başlasa, her şeyini toplayıp düşüyormuş yollara.
Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış. Mevsimler bir bir değişmiş. O eski güzel günler yavaş yavaş kaybolmaya başlamış. Artık bağrışmalar dökülüyormuş evin pencerelerinden dışarıya. Zavallı ninecik bu tartışmalara engel olabilecek hiçbir şey yapamıyormuş. Çünkü tartışmanın sebebi kendisiymiş. Gelin, sabah-akşam söylenir olmuş:
– Annene bakmak zorunda değiliz. Onu bu evden götür. Gitsin yanımızdan. Mutluluğumuza engel oluyor. İstemiyorum onu. Delikanlı sabırla;
– Nereye gidecek? Onun benden başka kimsesi yok ki, diyormuş. Hem neden gitsin? O, bizim annemiz. O, bizim en sevdiğimiz olmalı bu dünyada. Bir köşede oturmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Neden onu istemiyorsun? Önüne yemek koymasan, günlerce aç kalabilir. Senden bir lokma istemez. Hiç şikayet etmez. Nedir ondan alıp-veremediğin. Zaten yapabilecek gücü olsa ne senden bekler yardım, ne de benden. Ama bütün bu sözlere rağmen gelin hanım, ısrarla ninenin gitmesini istiyormuş. Delikanlı bir gece annesinin yanına varmış. Bir bir söylemiş her şeyi:
– Anneciğim, beni affet. Karım senin bu evden gitmeni istiyor. Benim de artık ona gücüm yetmiyor. Ninecik kısık bir sesle;
– Biliyorum evladım, demiş. Her şey den haberim var. Sen hiç üzülme. Beni buradan çoook uzaklara götür ve bırak. Ben başımın çaresine bakarım. Beni bir koruyan çıkar. Delikanlı çok sevdiği annesinden ayrılmayı hiç istemiyormuş, fakat karısının sözlerini duymaktan da bıkmış. Bu yüzden bir gün sabahın aydınlığı ortaya çıkmadan, horozlar yeni yeni uyanıyorken annesinin koluna girmiş ve birlikte ağır ağır yürümeye başlamışlar. Evden belki on, belki yirmi kilometre, belki de daha fazla uzaklaşmışlar. Bir vadiye gelmişler. Akşam olmak üzereymiş. Delikanlı annesine;
– Anneciğim, seni getirebileceğim tek yer burası, demiş. Beni affet. Ninecik yüzünde minik bir tebessümle oğlunu uğurlamış:
– Güle güle evladım. Dertler sizden uzak olsun. Hep mutlu olun inşallah. Hadi yolun açık, yüreğin ferah olsun. Delikanlı, annesini akşam vakti o vadide bırakmış evine dönmüş. Günler geçmiş üzerinden. Fakat içi bir türlü rahat etmiyormuş. Aklına kötü kötü şeyler geliyormuş, uykularından korkuyla uyanıyormuş:
– Kim bilir orada ne büyük kurtlar, vahşi hayvanlar vardır. Annemi belki de paramparça etmişlerdir. Karısına da söyleniyormuş:
– Yarın annemi bıraktığım yere gittiğimde, onu bulamayacağımdan eminim. İstediğin oldu işte. Bunun için mutlusundur. Ama ben annemi kendi ellerimle öldürdüm. Bunu nasıl yapabildim, nasıl senin sözlerinle annemi dağ başına attım! Karısı ise bu sözleri hiiiiç mi hiç umursamıyor, duymazlıktan geliyormuş. Onun bu hâlini gören delikanlı daha bir öfkeleniyor, daha bir kendisine kızıyormuş. Ertesi sabah, delikanlı koşa koşa vadiye gitmiş. Bir yandan da kendi kendine;
– Hiç olmazsa annemin kemiklerini toplayıp toprağa gömeyim, diye düşünüyormuş. Fakat delikanlı vadiye vardığında gözlerine inanamamış. O da nesi. Bu vadi sanki o vadi değil. Cennetten bir köşe olup çıkmış. Kurtlar yerine her yanda güzel gözlü ceylanlar geziniyormuş. Annesinin çevresinde dolaşıyorlar, onun dizlerinde uyuyorlarmış. Delikanlı heyecanla annesinin yanına koşmuş:
– Anne! Anne, şükürler olsun ki yaşıyorsun. Hâlâ buradasın! Güzel ninecik güler yüzle karşılamış oğlunu. Sevgiyle kucaklaşmışlar. Delikanlı merakla sormuş olanları. Ninecik de anlatmış:
– Sen gittikten sonra bol bol dua ettim. Sonra bu güzel hayvanlar geldi buraya. Beni hiç yalnız bırakmadılar. Bana yiyecek getiriyorlar. Var git yoluna oğul, ben burada rahatım. Merak da etme. Delikanlı, annesi her ağzını açtığında daha çok hayrete düşüyormuş. Çünkü annesi konuşurken ağzından çil çil altın saçılıyormuş yerlere. Güzel yüzünde güller açmış sanki. Her taraf mis gibi kokuyormuş. Gözlerine inanamamış. Biraz daha oturmuş annesinin yanında. Sonra düşünceli düşünceli yola koyulmuş. İçi rahat, sevinçle dönmüş evine. Haberi karısına vermek için sabırsızlanıyormuş. Nihayet karısı bütün olanları öğrenince çıldırmış:
– Ne! Olamaz! Çabuk benim de annemi o vadiye götür. Mutlaka o vadinin sihirli güçleri vardır. Benim de annemin ağzından çil çil altın dökülür. Ne çok zengin olacağım, düşünsene. Çabuk ol! Ne duruyorsun daha? Delikanlı annesinin ağzından dökülen altınlara şaşırmaktan vazgeçip karısının bu halini hayretle seyretmeye koyulmuş. Ama diyecek söz bulamamış. Neler olacağını merak ederek karısının annesini de almış o vadiye götürmüş. Vadiye bıraktıktan sonra evine dönmüş. Ertesi sabah sabırsızlıkla karısı onu vadiye göndermiş:
– Şu keseleri de yanına al. Altınları doldur içine. Hiç oyalanmadan geri gel. Altınlarıma bir ân önce kavuşmak istiyorum. Kim bilir ne kadar çok olmuşlardır. Köşklerde yaşayacağım artık. Muhteşem bir şey bu. Hizmetçilerim olacak. Şu evin içinde yaşlanıp gitmekten kurtulacağım. Zengin olacağım, zengin! Karısı böyle hayâl kura dursun, delikanlı vadiye doğru yola çıkmış. Fakat vadiye vardığında gördükleri onu çok korkutmuş. Vadi, o vadi değil sanki. Ceylanlar gitmiş yerine dev kurtlar gelmiş. Üzgün bir şekilde eve dönmüş delikanlı. Karısına bütün gördüklerini anlatmış:
– Annen ölmüş. Kurtlar onu paramparça etmiş. Bulduğum parçaları toprağa gömdüm. Annemi görmedim. Orada değildi. Ceylanlar onu alıp kim bilir nereye götürdü. Karısı hiçbir şey söyleyememiş. Susmuş… susmuş… günlerce, aylarca tek kelime etmemiş. Ve bir daha da hiiiç konuşmamış..
Nazife ÇİFÇİOĞLU
25 Ocak 2015 Pazar
Çocuk Hikayeleri

Çocuk Hikayeleri ve Çocuk Masalları
Masal, olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren yaşanmamış sözlü halk hikâyesidir. Masallarda zaman ve mekan kavramları bulunmamaktadır. Küçük ve akılda kalıcı tekerlemeler ile başlar. Masallar çeşit olarak hayvan, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü masallar ve zincirlemeli masallar gibi çeşitlere ayrılır. Masalların özellikleri ; olağanüstü konuların yanı sıra kahramanlar üst düzey özelliklere sahip olabilir. Yer ve zaman kavramı bulunmaz. Sonu öğüt ve ders verici nitelikte olabilir. Kalıplaşmış tekerlemeler ile başlar ve mutlu son ve tekerlemeler ile biter. Hayal ürünü olup sanatsal kurmaca metinlerdir. Yazılı ve sözlü edebiyat ürünü masalların finalinde her zaman iyiler kazanır.
Okul öncesi çocuklara hikayeleri nasıl okumalısınız ? Çocuk hikayeleri okumanın püf noktaları nelerdir? Çocuklarınız için masal kitabı seçiminde oldukça dikkatli olmalısınız çünkü, çocuklar küçük yaşlarda kahramanlardan ciddi derecede etkilenebilir. Masalı çocuğunuzun ve sizin keyif alabileceği saatlerde okuyun ki akılda kalıcılığı artsın, kullanacağınız ses tonu, jest ve mimiklere çok dikkat edin ki anlatımınız en üst düzeyde olsun. Almış olduğunuz masal kitabında bulunan resimler üzerinde çocuğuna ufak sorular sorun sonra kendiniz yardımcı olun. Sürekli aynı masalı okumanızı istese dahi bıkmadan ve sabırla o masalı çocuğunuza okuyun. Her gün çocuk hikayeleri okumaya özen gösterin. Eğer çocuğunuz uyumak üzereyse alçak ses, canlı ve dinç ise yüksek ses tonuyla masalı orta hızda okuyun. Çocuğunuzun gelişimine katkı sağlayacak olan sorular sorun “ Sence devamında ne olacak ? Sen olsan ne yapardın ? ” gibi sorular sorarak zihinsel gelişimine katkı sağlayacaksınız.
Masalı okuduktan sonra çocuğunuzda o masal hakkında bir resim çizmesini isteyin ana fikri doğru anlayıp anlamadığını bu yolla ölçebilir eğer anlamadıysa masalı tekrar okuyup ana fikri bulmada yardımcı olabilirsiniz.
Etiketler:
çocuk hikayeleri,
çocuk masalları,
masal,
masallar
29 Ekim 2014 Çarşamba
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Masalı
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Her yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir kraliçe, sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken birden parmağına iğne batmış ve gergefin üstüne üç damla kan akmış.
Kraliçe kan damlalarına bakar bakmaz, “Çocuğum kız olursa, teni kar gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları da pencerenin çerçevesi gibi kapkara olsun,” diye geçirmiş içinden.
Bu olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı tıpkı içinden geçirdiği gibi bir kızmış. Ona Pamuk Prenses adını vermişler. Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.
Bir yıl sonra Kral yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sihirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda,
“Ayna, ayna söyle bana
En güzel kim bu dünyada,”
Diye sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” dermiş.
Fakat, Pamuk Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöyle demiş:
Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına,
Ama Pamuk Prenses sizden daha güzel.”
Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. ‘Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye düşünüp durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın avcısını çağırmış huzuruna.
“Pamuk Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.”
Avcı Pamuk Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış. Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, “Ben yapamadım, ama hava kararıncaya kadar bir ayı veya bir kurt benim yapamadığımı yapar nasıl olsa,” demiş.
Yolda genç bir yabandomuzu çıkmış avcının karşısına. O da hayvanı oracıkta öldürmüş, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye götürmüş.
Ama Pamuk Prenses’i avcının düşündüğü gibi ne bir ayı ne de bir kurt yemiş. Akşam olup hava kararınca dağların ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, açan olmamış. Cesaretini toplayıp içeri girmiş.
İçeride üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek almış, yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış.
Biraz sonra evin sahipleri eve dönmüşler. Dağların derinliklerinde bulunan bir gümüş madeninde çalışan yedi cücelermiş bunlar.
Pamuk Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” demişler. Sabah olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş. “Hoşça kal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken. “Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.” Bir gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu cevabı alınca suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık: “Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz Ama ne var ki, yüksek dağların ardında Cücelerin küçük, şirin evindeki Pamuk Prenses dünyalar güzeli.” Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir satıcı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi kurdele dolu bir tablayla dağlara doğru çıkmış yola. Cücelerin evine varınca, “Kurdelelerim var, harika kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses kurdeleleri görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir ki!’ diye düşünerek kapıyı açmış. “Bunu mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk Prenses’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk Prenses ölü gibi boylu boyunca yere uzanana kadar. O gece yedi cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar. Kurdeleyi kesmişler ve Pamuk Prenses hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi sabah Kraliçe anasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş. “Taraklarım var, harika taraklar!” diye seslenmiş cücelerin evinin kapısında. Pamuk Prenses yaşlı kadının elinde tuttuğu tarafı görünce başına gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış. “Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Ama tarak zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses ölü gibi yere uzanmış. O gece yedi cüceler saçından tarağı almışlar ve Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş. “Güzel kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe, pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.” “Kötü diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk Prenses’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!” diyerek uzatmış, yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’e. Pamuk Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız yere uzanmış. Kraliçe pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış. “Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan doğruca saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun olmuş. Bu sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler. Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş. “Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prens. Yedi cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından. Pamuk Prenses doğrulmuş nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış, yakışıklı Prensi karşısında görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra nişanlanmışlar. Derken düğün günü gelip çatmış. Düğüne çağrılanlar arasında Pamuk Prenses’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk Prenses’i tanımış, ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Prens’in adamları Kraliçe’yi hemen yakalamış, Prens de onu artık kötülük yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prenses, güzelliğinin yanı sıra mutluluğuyla da ün salmış.
Pamuk Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” demişler. Sabah olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş. “Hoşça kal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken. “Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.” Bir gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu cevabı alınca suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık: “Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz Ama ne var ki, yüksek dağların ardında Cücelerin küçük, şirin evindeki Pamuk Prenses dünyalar güzeli.” Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir satıcı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi kurdele dolu bir tablayla dağlara doğru çıkmış yola. Cücelerin evine varınca, “Kurdelelerim var, harika kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses kurdeleleri görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir ki!’ diye düşünerek kapıyı açmış. “Bunu mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk Prenses’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk Prenses ölü gibi boylu boyunca yere uzanana kadar. O gece yedi cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar. Kurdeleyi kesmişler ve Pamuk Prenses hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi sabah Kraliçe anasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş. “Taraklarım var, harika taraklar!” diye seslenmiş cücelerin evinin kapısında. Pamuk Prenses yaşlı kadının elinde tuttuğu tarafı görünce başına gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış. “Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Ama tarak zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses ölü gibi yere uzanmış. O gece yedi cüceler saçından tarağı almışlar ve Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş. “Güzel kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe, pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.” “Kötü diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk Prenses’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!” diyerek uzatmış, yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’e. Pamuk Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız yere uzanmış. Kraliçe pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış. “Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan doğruca saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun olmuş. Bu sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler. Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş. “Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prens. Yedi cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından. Pamuk Prenses doğrulmuş nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış, yakışıklı Prensi karşısında görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra nişanlanmışlar. Derken düğün günü gelip çatmış. Düğüne çağrılanlar arasında Pamuk Prenses’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk Prenses’i tanımış, ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Prens’in adamları Kraliçe’yi hemen yakalamış, Prens de onu artık kötülük yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prenses, güzelliğinin yanı sıra mutluluğuyla da ün salmış.
5 Nisan 2013 Cuma
cizmeli kedi

20 Şubat 2012 Pazartesi
Masal dinlemenin önemi
Masal dinlemenin önemi
Çocukları eğlendirirken eğiten, onları hayata hazırlayan, doğruya ve güzele yönelten, onlara iyi bireyler olmalarını öğütleyen edebiyat ürünü deyince aklınız ilk ne gelir? "Masal" dediğinizi duyar gibiyiz. Masallar, çocukları dış dünya konusunda bilgilendiriyor, onların hayal kurma yeteneğini geliştiriyor, iyilerin ödüllendirileceğini kötülerin cezalandırılacağını gösteriyor. En önemlisi ana dilini düzgün kullanmayı öğretiyor. Bu nedenlerden dolayı çocukların eğitiminde masallardan mutlaka yararlanmak gerekiyor.
Masal okurken bu noktaları atlamayın!
Çocuğunuza okuyacağınız masalları seçerken bilişsel ve duygusal gelişim basamaklarını göz önünde bulundurmayı unutmamak gerekiyor. Belli yaşlarda (karanlık, canavar, hayalet gibi soyut kavram ve kahramanlardan olumsuz etkilenebileceğini unutmayın. Bu sebeple kitap seçiminde azami dikkat göstermekte fayda var. Kitabı seçtiniz! Peki ne zaman ve nasıl okumalısınız?
Masalı gün içinde keyif alacağınız zamanda ya da yatmadan önce okuyun.
Masal okurken kullanacağınız ses tonu, ifade, mimik, jest ve tavırlara dikkat edin.
Şiddet içeren kitapları okumayın.
Kitaptaki resimler üzerine konuşun; ama ilk önce çocuğunuzun fikrini alın.
Sabırla okuyun. 10 kere bile aynı kitabı okumanızı isterse, üşenmeden okumaya devam edin.
Masalı her gün okumayı alışkanlık haline getirin.
Bütün enerjinizle orada olun. Çocuklar sizin masalı sıkılarak anlattığınızı anında fark ederler. Çocuğunuz uyumak üzereyse yumuşak, hareketliyse canlı bir ses tonu kullanın. Kelimeleri ne çok yayın ne de çok hızlı okuyun. Çocuğunuzun algılama düzeyini kontrol edin.
Masal anlatırken "Sence bir sonraki sayfada ne olacak?", "Bu masalın sonu nasıl olabilirdi?" gibi sorularla çocuğunuzun bilişsel becerilerinin ve problem çözme yetisinin gelişmesine katkıda bulunmaya gayret edin.
Masalı okuduktan sonra, çocuğunuzun masalın bir resmini yapmasını isteyerek masalı onun gözünden görebilirsiniz.
Sadece resimlerine bakarak masalı onun anlatmasını istemek de gelişimini destekleyecek bir etkinlik olabilir.
Anne ve babaya düşen en önemli görev masalı sabırla okumak ya da anlatmaktır.
Mimiklerinizi canlı tutun. Bir tiyatro sanatçısı gibi davranmanız gerekmiyor elbette; ama en azından el kol hareketleriyle canlılık kazandırabilirsiniz.
Masalı, kapıyı açmak, yemeğin altını kapatmak için kestiğinizde ve sayfayı çevirirken çocuğunuzu "Ay! Bakalım neler olmuş?" şeklinde cümleler kurarak meraklandırın.
Masalı çocuğunuz oyun oynamaktan yorulduğu zamanlarda okumak daha iyi netice verir.
Çocuğunuzun okuduğunuz masal üzerinde düşünmesini sağlayın. Sorularınıza cevap verirken ne demek istediğini tam olarak anlatamıyorsa bile sakın "ne dediğini hiç anlamadım" gibi bir cümle kurmayın. Başınızla onu onaylayın ve masalın ana fikrini anlatın.
Çocuğunuzun bir kitabı okumasını istiyorsanız, asla emretmeyin. "Şöyle bir kitap okudum. Çok güzeldi. Senin de okumanı isterdim." deyip kitabı çocuğunuzun odasına bırakın ve çıkın. Emin olun ki çocuğunuz o kitabı okuyacaktır.
Kitap okuma saatlerini kendiniz için de bir zevk haline getirin. Yerlere minderler koyun, meyve tabakları hazırlayın ve çocuklarla aynı hizada oturmaya dikkat edin.
Masal kahramanını tarif ederken "aynı senin gibi" ya da "teyzene çok benziyor" gibi cümleler kullanırsanız çocuğunuzun hayal gücünü sınırlamış olursunuz.
Çocukları eğlendirirken eğiten, onları hayata hazırlayan, doğruya ve güzele yönelten, onlara iyi bireyler olmalarını öğütleyen edebiyat ürünü deyince aklınız ilk ne gelir? "Masal" dediğinizi duyar gibiyiz. Masallar, çocukları dış dünya konusunda bilgilendiriyor, onların hayal kurma yeteneğini geliştiriyor, iyilerin ödüllendirileceğini kötülerin cezalandırılacağını gösteriyor. En önemlisi ana dilini düzgün kullanmayı öğretiyor. Bu nedenlerden dolayı çocukların eğitiminde masallardan mutlaka yararlanmak gerekiyor.
Masal okurken bu noktaları atlamayın!
Çocuğunuza okuyacağınız masalları seçerken bilişsel ve duygusal gelişim basamaklarını göz önünde bulundurmayı unutmamak gerekiyor. Belli yaşlarda (karanlık, canavar, hayalet gibi soyut kavram ve kahramanlardan olumsuz etkilenebileceğini unutmayın. Bu sebeple kitap seçiminde azami dikkat göstermekte fayda var. Kitabı seçtiniz! Peki ne zaman ve nasıl okumalısınız?
Masalı gün içinde keyif alacağınız zamanda ya da yatmadan önce okuyun.
Masal okurken kullanacağınız ses tonu, ifade, mimik, jest ve tavırlara dikkat edin.
Şiddet içeren kitapları okumayın.
Kitaptaki resimler üzerine konuşun; ama ilk önce çocuğunuzun fikrini alın.
Sabırla okuyun. 10 kere bile aynı kitabı okumanızı isterse, üşenmeden okumaya devam edin.
Masalı her gün okumayı alışkanlık haline getirin.
Bütün enerjinizle orada olun. Çocuklar sizin masalı sıkılarak anlattığınızı anında fark ederler. Çocuğunuz uyumak üzereyse yumuşak, hareketliyse canlı bir ses tonu kullanın. Kelimeleri ne çok yayın ne de çok hızlı okuyun. Çocuğunuzun algılama düzeyini kontrol edin.
Masal anlatırken "Sence bir sonraki sayfada ne olacak?", "Bu masalın sonu nasıl olabilirdi?" gibi sorularla çocuğunuzun bilişsel becerilerinin ve problem çözme yetisinin gelişmesine katkıda bulunmaya gayret edin.
Masalı okuduktan sonra, çocuğunuzun masalın bir resmini yapmasını isteyerek masalı onun gözünden görebilirsiniz.
Sadece resimlerine bakarak masalı onun anlatmasını istemek de gelişimini destekleyecek bir etkinlik olabilir.
Anne ve babaya düşen en önemli görev masalı sabırla okumak ya da anlatmaktır.
Mimiklerinizi canlı tutun. Bir tiyatro sanatçısı gibi davranmanız gerekmiyor elbette; ama en azından el kol hareketleriyle canlılık kazandırabilirsiniz.
Masalı, kapıyı açmak, yemeğin altını kapatmak için kestiğinizde ve sayfayı çevirirken çocuğunuzu "Ay! Bakalım neler olmuş?" şeklinde cümleler kurarak meraklandırın.
Masalı çocuğunuz oyun oynamaktan yorulduğu zamanlarda okumak daha iyi netice verir.
Çocuğunuzun okuduğunuz masal üzerinde düşünmesini sağlayın. Sorularınıza cevap verirken ne demek istediğini tam olarak anlatamıyorsa bile sakın "ne dediğini hiç anlamadım" gibi bir cümle kurmayın. Başınızla onu onaylayın ve masalın ana fikrini anlatın.
Çocuğunuzun bir kitabı okumasını istiyorsanız, asla emretmeyin. "Şöyle bir kitap okudum. Çok güzeldi. Senin de okumanı isterdim." deyip kitabı çocuğunuzun odasına bırakın ve çıkın. Emin olun ki çocuğunuz o kitabı okuyacaktır.
Kitap okuma saatlerini kendiniz için de bir zevk haline getirin. Yerlere minderler koyun, meyve tabakları hazırlayın ve çocuklarla aynı hizada oturmaya dikkat edin.
Masal kahramanını tarif ederken "aynı senin gibi" ya da "teyzene çok benziyor" gibi cümleler kullanırsanız çocuğunuzun hayal gücünü sınırlamış olursunuz.
Etiketler:
masal,
masal dinle,
sesli masal,
sesli masal dinle
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)